Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleri için 9 Haziran’da sandık başına gidilen Almanya’da, faşist Almanya için Alternatif (AfD) ana muhalefet ‘Birlik’ partileri CDU/CSU’nun ardından en çok oy alan ikinci parti oldu. AfD’nin genç seçmenlerden de beklenenin üzerinde oy almış olması, bu durumun ardındaki sebeplerin irdelenmesine sebep oldu. Almanya’nın yanı sıra ‘aşırı sağın’ sandıktan büyük bir kazanımla çıktığı Fransa’da da benzer bir tablo olması, Almanya sınırlarını da aşan bir duruma işaret ediyor olabilirdi.
Avrupa genelinde seçim sonuçlarına bakıldığında, merkez sağ Avrupa Halk Partisi (EPP) bir önceki seçimde de olduğu gibi seçim yarışını birinci sırada tamamladı. Fakat 720 sandalyeli Parlamento’da elde ettiği vekil sayısı, ister istemez önemli iki soruyu da beraberinde getirdi: Ursula von der Leyen, yeniden Avrupa Komisyonu Başkanı seçilebilecek miydi? Bunu mümkün kılmak için hangi parti ve gruplarla ortak hareket etmek için çalışma yapılacaktı? Almanya basınına yansıyan analiz ve değerlendirmelere göre, von der Leyen’in yeniden seçilebilmesi için ‘kapının açık tutulacağı’ isimlerden biri de İtalya Başbakanı ve faşist İtalya’nın Kardeşleri (FdI) partisi lideri Giorgia Meloni olarak öne çıktı.
13-15 Haziran tarihleri arasında Borgo Egnazia’da yapılan G7 Liderler Zirvesi’nin ev sahibi Meloni’nin Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’a attığı ‘öldürücü’ bakışlardan AP seçim sonuçlarının AfD içinde yarattığı ‘düzen ile yakınlaşma’ korkusuna geçen hafta Almanya basınına yansıyan haberlerden öne çıkan bazıları şöyleydi…
EPP’YE ‘POST FAŞİST’ DESTEK İÇİN ÜÇ ŞART
AP seçimlerinde en çok sandalyeyi kazanan parti, mevcut Avrupa Komisyonu Başkanı von der Leyen’i liste başı aday gösteren EPP olsa da partinin kazandığı 186 sandalye, kendisinin tekrar bu göreve gelmesini garantilemiyor. Aday gösterilen bir ismin Avrupa Komisyonu Başkanı olabilmesi için AB liderlerinin nitelikli çoğunluğunun yanı sıra 720 sandalyeli AP’de yapılacak oylamada en az 361 oya ihtiyaç var. Bu da EPP’nin kendi adayını seçtirebilmek için dışarıdan destek alması gerektiğine işaret ediyor. CSU’lu EPP Genel Başkanı Manfred Weber, haftalık siyaset dergisi Der Spiegel’e verdiği röportajda, bunun için Meloni’nin ‘post faşist’ partisinin oylarını da almayı umup ummadıkları sorusuna yanıt verdi. “Avrupa Birliği (AB), hukukun üstünlüğü ve Ukrayna’dan yana olan herkes, olası bir ortaktır; bu, son yıllarda somut konularda böyle oldu. Bu durum aynı zamanda Meloni ve partisi için de geçerli” diye konuşan Weber, kardeş parti CDU’nun, tarihi Doğu Almanya’daki Sosyalist Birlik Partisi’ne (SED) dayandığı için Sol Parti’ye kapılarını kapattığı hatırlatılarak sorulan “Meloni’nin partisinin kökleri Benito Mussolini’nin partisine dayanıyor. Faşist bir miras sizin için komünist bir mirastan daha mı katlanılır?” sorusuna ise şu yanıtı verdi:
“Ben siyasi gerçekliklere bakıyorum. İnsanlar yasadışı göç ve yakın zaman önce Mannheim’da yaşadığımız acımasız şiddet karşısında endişelenmekten daha fazlasını hissediyor. Bu sorunları çözmemiz gerekiyor; aksi takdirde radikallere olan desteğin artmasına sebep olacaklar. Sekiz yıl boyunca göç paktını tartışıp durduk; Yeşiller bunu Parlamento’da reddetti. Bu Meloni, Macron ve Scholz’un kabul ettiği bir uzlaşmaydı. Meloni’nin partisini savunmuyorum; bu benim işim değil. Ama pragmatik bir siyaset yapmaya çalışıyorum. Yoksa Avrupa’da artık iyi sonuçlar olmayacak.” (14 Haziran)
GENÇLERİN ‘AŞIRI SAĞA’ OY VERMESİNİN SEBEBİ TİKTOK MU?
AP seçimlerinde AfD’nin sandıktan güçlenerek çıkması pek şaşırtıcı olmasa da 16 yaş üzeri gençlerin AfD’ye öngörülenden daha fazla destek vermiş olması, endişeyle karışık bir şaşkınlık yarattı. Almanya Federal Öğrenciler Konferansı’nın 18 yaşındaki genel sekreteri Louisa Basner’e göre, ebeveynlerin siyasi fikirleri ve siyaset eğitimine okullarda yeterince yer verilmemesinin yanı sıra sosyal medya da bu durumda önemli bir etmen olarak öne çıktı. “Genç insanlar için en büyük faktör sosyal medya” değerlendirmesinde bulunan Basner, “Orası pek çok yalan haberi aldığınız yer. Çoğu insan böyle bir propagandayı tanıyıp filtreleyemiyor bile. Okullardaki medya eğitimi çok zayıf ve çok geç veriliyor. Bence bu çok büyük bir sorun” diye konuştu. “Öğrenciler TikTok’ta gördüklerini paylaşıyor mu?” sorusunu da yanıtlayan Basner, “Pek sayılmaz. Pek çok şey sayfa kaydırılırken izlenip geçiliyor ama yine de aklınızda kalıyor. TikTok videoları oraya buraya gönderiliyor ama bunlara içerik açısından nadiren yorum yapılıyor” dedi. Basner, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Okullarda medya eğitimine ihtiyaç var; bu, şu anda olduğu gibi yedinci ya da sekizinci sınıftan itibaren değil, daha küçük bir yaştan itibaren yapılmalı. İlkokul öğrencileri zaten TikTok’ta. Bunun yanı sıra, okullardaki siyaset eğitimi birden fazla konuyu kesen bir şekilde, tüm konularda verilmeli. Şu anda olan bu değil; insanların hep dediği gibi: Bu, siyaset derslerinin konusu. Ama kişilerin siyasi konular hakkında Almanca da konuşması ve siyasi referanslı matematik problemlerini de çözebilmesi gerek.” (Der Spiegel, 11 Haziran)
‘IRKÇI ÖNYARGILAR BAGET SİPARİŞİ VERİR GİBİ İFADE EDİLİYOR’
Almanya’nın yanı sıra seçim sonuçlarının erken parlamento seçimlerini beraberinde getirdiği komşu Fransa’da da faşist partilere destek Almanya basınının gündemindeydi. İki ülkenin ortak yapımı Arte televizyon kanalında yayınlanan “Fransa: Yeni sağcı gençlik” başlıklı belgeselde Marine Le Pen’in Ulusal Birlik (RN) partisinin sandıktan birinci çıkması ve gençlerin neden RN’ye oy verdiği soruları ele alındı. Almanya’nın Die Tageszeitung (taz) gazetesinin değerlendirmesine göre, 18-24 yaş grubundaki Fransalı gençlerin dörtte birinin RN’ye oy vermesi ‘sadece TikTok’un hatası değil’. Gazete, belgeselde hayatlarına yakından bakılan dört gençten yola çıkarak şu yorumda bulundu: “Bu dört gencin ortak noktası, çoğu zaman maddi durumun sıkışık olduğu, metropollerin dışında bir hayat. Son pub’ın bundan yıllar önce kapandığı bir köy de var, her ay hesabındaki paradan fazla harcama yapmak durumunda kalan 28 yaşındaki bekar bir anne de… Bu içler acısı durum, aşırı sağdaki ırkçı bağlılığın mazereti olabilir mi? Elbette hayır… Ancak, bu belgesel, bunun nasıl da kolaylıkla olabildiğini gösteriyor. Örneğin, 21 yaşındaki Tom’un, omuzlarını silkip bir faşist gibi ‘hissetmediğini’ ve Le Pen’in partisinin geçmişini bilmediğini söylediğinde olduğu gibi… Milliyetçi fikirler ve ırkçı önyargılar baget ekmek siparişi verir gibi ifade ediliyor. Marine Le Pen’in ‘şeytanlaştırılmasına karşı’ yürütülen strateji işe yarıyor.” (14 Haziran)
AfD’DE ‘DÜZEN’ İLE YAKINLAŞMA KORKUSU
AP seçim sonuçları, Almanya kamuoyundaki ‘aşırı sağ’ tartışmasını yine yeniden körüklerken, AfD içinde ise farklı bir tartışma var gibi görünüyor. Gazeteci Sebastian Weiermann’ın Neues Deutschland (nd.Aktuell) gazetesinde yayınlanan makalesine göre, AfD içindeki sağcılar da bu esnada ‘düzen partileri’ ile yakınlaşmaktan korkuyor. Faşist yayıncı Manfred Kleine-Hartlage’nın Fransa’daki RN’nin AP seçimlerinden birinci çıkmasının ardından Cumhurbaşkanı Macron’un erken seçim kararı için ABD’den ‘işaret aldığını’ iddia ettiğini aktaran Weiermann, şu değerlendirmede bulundu:
“Kleine-Hartlage’nın komplo teorilerini dile getirdiği yerde gerçek bir öz de bulunuyor. Giorgia Meloni, kendisini kısmen sessiz sedasız Avrupa kurumlarına ve NATO’ya entegre etti. Sadece Almanya’da olmamak üzere sağ, daha fazla ırkçılık ve daha az transatlantik siyaset çağrısında bulundu. Marine Le Pen’in Meloni’nin istikametinde hareket ediyor olması ve aynı zamanda AP’de AfD’yi dışarıda bırakması, AfD ve çevresindekilerin içindeki aşırı sağcılar için net bir resmi beraberinde getiriyor: İtalyan ve Fransız sağı adapte oldu ve temel ideolojik endişelere ihanet etti. Bu tehlikeyi AfD içinde de hissediyorlar…”
Makaleye göre, ‘SS’ yorumları tepkiye neden olan ve AfD’nin Le Pen’in Kimlik ve Demokrasi (ID) grubundan çıkarılmasına sebep olan Maximilian Krah’ın AfD’nin AP grubundan ihraç edilmesi, faşistler arasında AfD liderliğine karşı açık bir suçlamayı da beraberinde getirdi. Buna göre, AfD liderleri, partiyi merkez sağ CDU ile koalisyon kurabilecek bir pozisyona getirmek, ‘daha az kötü olanın parçası’ olmak istiyordu. (13 Haziran)
G7 ZİRVESİNDE MELONİ-MACRON GERİLİMİ: ‘BAKIŞLAR ÖLDÜREBİLSEYDİ…’
Hem Almanya’da hem de Avrupa çapında AP seçim sonuçlarının yankıları sürerken, dünyanın endüstrileşmiş yedi büyük ülkesini bir araya getiren G7 Lider Zirvesi de geçen hafta İtalya’nın ev sahipliğinde yapıldı. Üç günlük zirveyi yerinde takip eden gazeteci Frank Hornig, “Giorgia Meloni, kendisini nasıl dünya lideri olarak sundu?” başlıklı analizinde, “Giorgia Meloni, öpücükler dağıttı ve ziyaretçilerine büyük ölçüde sorunsuz rehberlik etti. İtalyan lider, zirve şovunun sonunda memnun olabilirdi. Yalnızca bir konuk ile sorunları vardı” diyerek kameralara da yansıyan Meloni-Macron gerilimine işaret etti. Meloni’nin muhafazakar kürtaj politikası ile zirveyi ‘provoke ettiğini’ kaydeden Hornig, anlaşmazlığın sonunda liderlerin ‘üreme haklarının desteklenmesi’ sözünü verdiğini, ancak söz konusu sonuç bildirgesinde kürtaj kelimesinin geçmemesinin ‘Meloni’nin başarısı’ olduğunu yazdı. Honig, kürtaj hakkını yakın zaman önce anayasasına da ekleyen Fransa’nın Cumhurbaşkanı ile Meloni arasındaki gerilime ilişkin şu gözlemleri paylaştı:
“Giorgia Meloni, üç gün boyunca tekrar tekrar kameralara poz verdi. Biden’la fotoğraflar, Scholz’la fotoğraflar; Hindistan Başbakanı Modi’yle, Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’la, Arjantin Devlet Başkanı Milei’yle ve Papa’yla fotoğraflar… Her seferinde sıcak bir şekilde gülümsedi, insanlara öpücükler verip sarıldı, sanki en iyi arkadaşlarıymış gibi gözlerinin içine baktı. Daha cana yakın bir zirve ev sahibi olamaz gibiydi.
Sonra Emmanuel Macron geldi. Perşembe akşamı G7 konukları için gala yemeği veriliyordu. Fransa Cumhurbaşkanı, kırmızı halıda kendisi gibi büyük bir Avrupa dostu olan İtalya Cumhurbaşkanı Sergio Mattarella’ya sarıldı. Birbirlerini uzun yıllardır tanıyorlardı ve krizlere alışıklardı: Roma’daki sol ya da sağ popülistler ne zaman Paris’le ilişkileri sekteye uğratsa, iki cumhurbaşkanı kurtarılabilecek ne varsa kurtarıyordu.
Eğer bakışlar öldürebilseydi: Meloni, İtalya hükümetinin yayınladığı videoda da görülebildiği üzere, bu neredeyse hassas sahneye öfkeyle baktı, sıkıntıyla gözlerini devirdi. Sonunda sevimsizce Macron’un elini öpmesine izin verdi. Sanki neredeyse Fransa Cumhurbaşkanı’nı korkutup kaçırmak istiyor gibiydi. Macron, zirvenin sonunda ondan sert bir bakış da aldı; neyse ki hasımların arasında Papa oturuyordu.” (Der Spiegel, 15 Haziran)
(DIŞ HABERLER SERVİSİ)